25 Ağustos 2011 Perşembe

romantik komedi

No Strings Attached
Bugün bloga iki tane romantik komediyle geliyorum. bu aralar canım böyle balon, tasasız, dertsiz filmler istiyor ben de kıramıyorum.


No strings attached filmini ilk defa duyduğumda bir şaşırdım. böyle afişe baktım, baktım... bir daha baktım. aa natalie portman var. ashton kutcher'da tam yanında duruyor. şimdi ashton kutcher sinema sektöründe neden vardır önce bu soruya bir cevap aramamız gerekebilir. kendisini yapımcıların "heh ashton var bizim o kesin oynar" olarak gördüklerine inanıyorum. böyle sevimli, eli yüzü düzgün, biraz işleri eline yüzüne bulaştıran, ama hep desteklenen erkek karakter. sanki her filmde aynı rolü oynuyor.

peki natalie portman'ın burda ne işi var. natalie portman = closer, garden state, leon, vandetta vs. Black Swan demiyorum çünkü o büyük bir şişirilmiş film ne denilirse densin. KOCA BİR BALON. kimse o filmi şu an konuşmuyor, konuşmayacak da. çünkü çok tırttı kabul edin.

öff bu filmle ilgili daha fazla bir şey yazasım gelmedi. öyle canınız çok sıkılırsa falan ya da başrollerdeki oyunculara karşı özel ilginiz varsa izleyebilirsiniz gönül rahatlığıyla.


filmin en sevdiğim bölümlerinden biri Adam'ın Emma'ya bleeding'li sözler içeren bir regl dönemi cd'si hazırlamasıydı. evet bu hiç aklıma gelmemişti çünkü.

tamam şimdi beni etkileyen filme geçiyoruz.

The Holiday
şu afişe bakıp insanın içi kaynıyor bir kere. Ben tam bir kate winslet'cıyım arkadaş. elinden ne çıksa yerim, nerde oynasa izlerim.

  
bir kere kadın güzel ve başarılı. eternal sunshine, the reader, revolutionary road, finding neverland, even Titanic... hepsinde bu kadının güzelliğinin parmağı var.

the holiday'de de o yalnız, kırılmış, aşık ama umutsuz kadını nasıl güzel yansıttı allahım. Büyüksün Kate!

***

cameron diaz'da tam bir sürpriz insanı. bazen inanılmaz baygın bazen çok şaşırtıcı. mesela being john malkovich. filmin 20dk'sı cameron diaz'ı tanıyamayanlardanım. the holiday'de de bence mimiklerini güzel kullanmış çok eğlenceli bir karakter olmuş.

***

jack black'e gelirsek. ee... şey... hımmm... yani neden? ben sevemiyorum bu adamı itici geliyor bana. high fidelity'de bir gıcık oldum ondan sonra bu geçmedi maalesef.

***

ahh jude law.


adam zaten başlı başına inanılmaz! karşı konulamaz! harika! süper! fantastico! bir de öyle bir karakteri oynuyor ki esprili, mutlu, sıcak, iki çocuk babası, zor adam değil. kadınları nasıl 12'den vursak isimli çalışmanın muhteşem ürünü. ama bence her şeyi tamamlayan en önemli nokta aksan. gözünü sevdiğim ingiliz aksanı beni mahvettin çökerttin ama yine de senden vazgeçemiyorum. bu arada kate'in aksanı da öyle. ikisi de buram buram ingilizlik akıyordu filmde.

***

kısa bir tatile çıkıyorum. oy allahım sonunda!

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Extreme Ways

restoration
bir tatilin daha sonuna gelirken hüzünlerim birer birer damlıyor paçalarımdan.

restoration'daki makyajlar kırmızı dudaklı robert downey jr ve hugh grant hala aklıma geldikçe beni güldürüyor.



Next Stop Wonderland
kısa günün karı :
But I'm not lonely. I, I like to be by myself. I mean, people don't understand that. You know, they, they think that you're a bitch... or that you,you know, that you must certainly be depressed. I mean, say, say a woman is
sitting alone in a bar reading. You know, a man who comes in, he automatically makes an assumption... that she's either sitting there waiting to be propositioned... and,you know, if she doesn't want it, then there must be something wrong with her... because, you know, what woman in her right mind... would be content just sitting by herself,you know. But I'm not lonely when I'm sitting in a bar by myself... and, you know, I'm not even lonely when I'm at home alone. I get-- You get lonely in a crowded room... or a subway that's packed with people. You know, all these people and every one a stranger. It's a Gaelic expression. It means, "Quietness
without loneliness."
The Young Victoria

Desert Blue
En büyük hobisi Amerika'nın kenarda köşede kalmış kasabalarını gezmek, o yörelerin önemli yerlerini gezip fotoğraflamak olan bir profesör, oyuncu kızıyla beraber amerikanın en büyük külahını görmek için yine bir kasabaya doğru yol alır. bu sırada kasabanın yolunda, kasabada fabrikası bulunan kola şirketinin kamyonu devrilir ve şöför sapasağlam arabadan çıktığı halde aniden ölüverir. bunun üzerine FBI gelir kasabayı karantinaya alır ve babakız da kasabada mahsur kalır. orda çeşitli arkadaşlıklar, bir takım sohbetler, yeni hayatlar efendime söyliyim kendini tanıma hallerine girerler film biter. filmden bana kalan tek güzel şey bomba yapıp patlatan kız, her ne kadar kendisini filmin başında pek sevmesem de.

bir de filmi sanırım kate hudson için izlemiş olabilirim.

heaven
krzysztof kieslowski'nin (copy paste mi yapsaydım lan ter aktı beynimden yazarken) son senaryosu heaven maalesef beyazperdeye aktarılamadan yönetmenin vefatıyla başka bahara kalmış. son filmlerinde birlikte çalıştığı Krzysztof Piesiewicz ile birlikte bir trilogy planlamışlar: cennet, cehennem ve araf. ah keşke vakit olsaymış da hepsini yazıp çekebilselermiş ama kısmet run lola run'ın yönetmeninin kucağına düşmüş. yönetmen, filmi çekerken sadece cenneti değil cehennem ve araf kısmını da göz önüne alarak bir çalışma ortaya çıkarmış. güzel film, biraz yavaş ama beklenen bir yavaşlık söz konusu.

The Bourne Ultimatum


ilk filmi izledikten sonra bastırılamayan heyecanımla diğer iki filmi de izledim ve jason bourne'u en sevdiğim top 10 aksiyon filmleri listeme aldım. genelde üçlü filmler ya da devam filmlerinde nolur? böyle grafik düştükçe düşer tutamazsınız o derece. oyuncu bıkar hikaye sıkıcıdır ama bu öyle mi canım! müzikler enfes bi kere. ben o en sonundaki moby imzalı extreme ways şarkısına tav oldum. Matt Damon'a tav oldum.

The Bourne Supremacy
matt damon için ayrı bir parantez açmak istiyorum. böyle kendisini bazen sevip bazen nefret etme odaklı olan ilişkimiz, the talented mr ripley isimli filmi, şahsen en sevdiğim filmlerdendir, izledikten sonra değişmiş kendisine saygım artmıştır. daha çok filmini izleyip, beğenme dileklerimle.

12 Ağustos 2011 Cuma

RollingStone'a neden ulaşamıyorum?

ne zamandır yazıcam yazıcam unutuyorum. aylardır www.rollingstone.com adresine ulaşamıyorum. access denied. you dont have permission diyip duruyor. rolling stone ne zaman yasaklı site oldu neden bağlanamıyorum?

8 Ağustos 2011 Pazartesi

awesome people hanging out together

 

şöyle bir site buldum bugün inanılmaz hoş fotoğraflar var şekilde görüldüğü gibi. çoğunlukla fotoğrafların tarihi eski ama böyle olması daha iyi nasıl olsa 2000ler kaynıyor google.

İnternetiniz kotalı olmasın!

Upstairs & Downstairs
bazen çok canım istiyor gidip ttnete kotamı sınırsız yaptırmayı ama evde sınırlı vakitlerde bulunduğum için boşu boşuna 54 lira da ödemek istemiyorum her an. keşke okuldaki internet kotalı olsa ev sınırsız olsa. okulda hiç kullanamıyorum ki. bütün gün word'de bir şeyler yazıyor oluyorum ya da google'da article search ediyorum. arada güzel albümler indiriyorum. bilgisayarım sağolsun online dizi de izlenmiyor 15 dakikadan sonra yavaşlamaya ve stop motion olmaya başlıyor piç oluyor dizi. zaten şu anda iki kitabı altına destek koyarak bilgisayarı kullanabiliyorum.


ilk elime geçen ve sıcaklıktan eriyip bitse üzülmeyeceğim kitap şafak vakti olduğundan onu feda ettim. şu anda iyi gidiyor. altta da ben ozzy var. daha okumadım aslında çok önce aldım ama daha önemli kitaplar sıralamayı değiştirdi maalesef.

bunun dışında allah cnbce'den razı olsun. geçenlerde çok güzel bir bbc dizisi verdi: upstairs &downstairs. aslında bu yeniden uyarlama. orijinali aynı isimli 70'lerde çekilmiş 5 sezon süren bir dizi.

şimdi de bir jane austen kitabı olan emma'nın dizi versiyonunu veriyor. 2009'da çekilmiş bu dizide emma'yı romola garai oynuyor. kitabı okumadım ama romola bu role cuk oturmuş nasıl sevimli bir bilmişlik nasıl tatlılık maşallah maşallah kedi gibi (çok fazla adnan hoca videosu izlemiş olabilir miyim?)


şimdiki hedefim pride and prejudice'ın bbc versiyonunu izleyebilmek.


bir de oturdum vampire diaries izliyorum. resmen yaşım küçülüyor her sene ama konu vampirler olunca bir de bu vampirler yakışıklı olunca insan kendini izlemekten alıkoyamıyor. ilk önce vakit öldürmekle başladı ama şimdi başlamışken bitirmeli noktasına geldim. bu diziyi sürükleyen tek bir isim varsa o da damon salvatore. ukala, umursamaz, cool, aşık, yakışıklı damon, vampirler top on'da ilk üçü zorlar bence. lost (boone) zamanlarında pek tıfıl olduğundan keşfetmekte geciktiğimiz bu genç arkadaşımızın mimikleri tavırları karaktere cuk oturmuş.
first daughter
bu filmden iki tane var. aynı yıl vizyona girmiş ve ikisinin de konusu neredeyse aynı. ikisi de çok zayıf ama katie holmes'un hatrına bu versiyonu izlenir.

life of brian
 bayıldığımı söylememe gerek var mı? bu film serilerini izleyen bulsam oturur sabaha kadar geyiğini yapabilirm.

a lot like love

the girl in the cafe

4 Ağustos 2011 Perşembe

Porsche. There is no substitute.

The Untouchables
tren istasyonu sahnesi diyorum başka bir şey demiyorum. en sevdiğim filmler top 10 listesine girdi. her şey tek kelimeyle harika.

Stander

Hannah and Her Sisters
Risky Business
tıfıl bir tom cruise filmi görmek istiyorsanız buyrun. aslında olaya dışardan baktığınızda çok basit senaryo yaa hem de mantık sınırlarının dışında diyebilirsiniz ama ben hiç sıkılmadan izledim filmi.

bu filmin de meşhur sahnesi sanırım tom cruise'un old time rock'n roll şarkısıyla dans etmesi. kendisi daha sonra bununla dalga geçen bir projede aynı sahneyi tekrar etmiş.



tipe gel ehehe

bu filmden sonra ray ban wayfarer gözlük modelinin satışında patlama yaşanmış.


ilk defa bir filmde üniversite sınavına giren amerikalı öğrenciler gördüm. çok garipsedim alışkın değilim ben böyle şeylere.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Kızıl Kraliçe / Philippa Gregory

kızıl kraliçe
en sevdiğim yazarlardan biri olan ve şu anda Türkçe'ye çevrilen bütün kitaplarını okuduğum Philippa Gregory'nin son kitabı haziran ayında yayınlanmıştı ben de bu ay hemen aldım ve iki günde su gibi okudum.

kitabın konusu şöyle ola:

kafayı dinle Tanrı'yla bozmuş, şapele kapanıp kendini kaybedecek kadar dua eden, Tanrı'dan işaret aldığını düşünüp kendisini Tanrı'nın elçisi kabul eden ve hayatında emsal olan tek varlık Jeanne d'Arc olan Lancaster soyunun tek varisi bir kadın: Margeret Beaufort.

Margeret'ın şu hayatta tek bir amacı vardır: oğlu Henry Tudor'u tahta çıkartmak ve K. Margeret diye imza atabilmek. Onun dışında sevgi aşk bağlılık bunlar çok çocukça basit şeylerdir. Bu tutkusu nedeniyle oğlunu bile tam olarak sevemez hep çıkarlarını ön planda tutar ve eşleriyle ilişkisini de hep bu doğrultuda sürdürür.

Aç parantez

feminst tarihçiler margaret beaufort'u çok seviyormuş. bunun sebebi margaret'ın kadınların eğitimli olması gerektiğine olan sonsuz inancı. kendisi dua etmekten geriye kalan sınırlı vakitlerinde farklı diller öğrenip, kitap okuyup, çeviri yapıyor.

Kapa Parantez

Fakat önünde büyük bir problem vardır: York soyu. Kırmızı güller beyaz güllere karşı. Bu sefer kırmızı güllerin yanında yeni yeni isim yapan Tudor ailesi de var. Ama bilirsiniz İngiliz Kraliyetinde entrika heyecan hiçbir zaman bitmez ve Elizabeth Woodville yani tahtın taze kraliçesi ve kocası Edward'ın erkek kardeşi Richard bu savaşta önemli bir engel.

Hikaye tanıdık geldi mi?

beyaz kraliçe
Gregory'nin bu kitabını okuyanlar hemen hah işte bu kitapta aynı olayı anlatıyor nasıl yani diyebilir. Doğrudur zaten iki kitabın kapağında da Kuzenler Savaşı yazar. Beyaz Kraliçe'de Gregory Elizabeth Woodville'in ağzından anlatıyordu olayları. Bu savaşın ortasında biz onun cephesinden bakıyorduk olaylara hak veriyor ya da ayıplıyorduk. Belki o kitapta margaret'tan nefret ediyordunuz ona karşı elizabeth'i koruyordunuz. kızıl kraliçeyi okuduktan sonra fikirleriniz değişebilir ve kırmızı güllere hak verebilirsiniz ya da benim gibi vermeye de bilirsiniz.

Çok garip ama aynı olayı anlatan Gregory her iki kitapta da karakterlerin içine öyle bir giriyor ki siz tarihin aynı olmasını umursamıyorsunuz. Çünkü duygular fikirler başka. kraliyetin içindeki kadınları öyle güzel temsil ediyor ki kendisine hayran kalmamak mümkün değil. Bir anda 1400'lü yıllara gidiyorsunuz, güller savaşının tam ortasına, Tudor hanedanlığının başlamasına bir adım kalmış daha.

ben çok beğendim her zamanki gibi. kitaplığımdaki serinin yanına koydum hemen.


Bu da kitabın orjinali. Aslında olması gereken bu çünkü kitapta anlatılan leydi Margaret dinine çok düşkün o yüzden kesinlikle üstüruplu ve bir rahibe gibi giyiniyor ki zaten hep hayali manastırda yaşamak. yani bizdeki kapak gerçeği yansıtmıyor anlamsız.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Contagion felaketi üzerimize üzerimize...



Geçen sene bugün demiştim ki

contagion isimli bir film olacağını ve içinde marion cotillard, kate winslet, matt damon, gwyneth paltrow  (olmasa da olur)gibi pek güzide insanlar barındırdığını gördüm. böyle eğlenceli kadrolu filmleri beğeniyorum ama içinde marion cotillard varmış zaten gitmek şimdiden farz oldu ama dimi

 yok canım farz marz olmadı. Bu fragmanı gördükten sonra anladım ki bu resmen Stephan King romanı tarzında uyarlanmış dünyayı bir virüsün tehdit altına alması, insanların ölmesi karantinaya alınması konulu yıllar içinde korkusu mu ararsın gerilimi mi bolcasından örneği çekilen en sonunda birinin herkesi kurtardığı filmlerden. hayal kırıklığına gel ya. bi kadroya bak bi filme. sinirlendim.