29 Şubat 2016 Pazartesi

Oscars 2016 aka Asın Bayrakları DiCaprio'nun Zaferi

Brie "Geçen yine Leo'yla ödül alıyorum" pozuna girmiş.
Oldu. Vallahi de oldu billahi de oldu. İyicene yaşlanmadan Leonardo DiCaprio Oscar'ına kavuştu. Biraz duygulandık, biraz hüzünlendik. Kimimizin gözünden Titanic'deki sahneler geçti, kimimiz Catch Me If You Can'i düşündü yer yer Inception'ı hatırladı, Wolf of Wall Street de ne filmdi be dedi. Bu ödül güçlü performanslarının hepsine kaldırılan bir kadehti. Ben gerçekten çok sevindim. Hatta DiCaprio'lu bayrağım olsa asardım. Sahnedeki o hınzır gülümseyiş anının giflerini epeyce bir yıl kullanırız artık.

Oscar isimleriyle genelde ters düşerim, filmlere duygusal yaklaşırım, bugüne kadar da her muhteşem performans akademi tarafından taçlandırıldı diye de bir durum yok.

Room'u ve Danish'i hala izlemedim ama bu iki genç oyuncunun Oscar'la bu kadar kolay, yolda 5 lira bulur gibi kavuşması mı gerekiyordu bilemem. Mark Rylance ise sürprizin babasını yaptı  çünkü çok sinsice yaklaştı ödüle ama Sly'dan daha fazla hak ettiğine eminim.

Fassbender sevgilin olsun kırmızı halıda ananla babanla poz ver :(


Birisi de Twitter'da acaba Vikander ve Fassbender sayesinde Michelle Williams & Heath Ledger kırmızı halı romantizmini tekrar yakalayabilir miyiz demiş ama alın size romantizm. Yemin ediyorum bu kızcağızın şimdiden içi geçmiş. Bafta'da Kisscam olayını pas geçtiler hadi neyse, Oscar alıyorsun, yanında Fassbender oturuyor öylece yanağını uzattı. Yazıklar olsun.

Bir adet sevgi pıtırcığı olmuş Ruffalo
Spotlight'ın ödül almasına da ayrıca mutlu oldum. The Revenant ve Mad Max hikayesi sağlam filmlerin yanında biraz boş kalıyor maalesef. İkisinin de hak ettikleri dallarda ödülleri aldıklarını düşünüyorum.

Acaba bir ara delici bakışlarıyla Cate Blanchett postu mu yapsam.



Ne dersin Tom'cum sana da kısmet olacak mı?
Ödül törenlerini sevmeyen, kampanyalarla falan işi olmayan Hardy'ciğimiz için de biraz Oscar'ı beklemedik mi sanki? Kendisi her ne kadar ürün yerleştirme kısmını biraz abartmış olsa da hasretimizi giderdi çok şükür.



Elinde olsa işkembecide kapanışı yapacak  Larson.

22 Şubat 2016 Pazartesi

Dört Kitap

Zaman Kaybolmaz
Madem teknik nedenlerle filmlere ara verdik o zaman kitapları koyalım. Zaman Kaybolmaz İlber Ortaylı'yla gerçekleştirilen bir söyleşi kitabı. Nehir söyleşi de denilen soru cevaplarla ilerleyen biyografik bir çalışma. İlber Ortaylı'nın Kırım'dan Avrupa'ya göçen ailesiyle başlayıp, Topkapı Saray'ına önce müdür sonra da başkan olmasına kadarki sürecine kadar ilerliyor. Ortaylı gerçekten bilgi birikimi bakımından mükemmel bir insan. Onun bu noktaya, koltuğu sağlam kişileri tanıyıp temelsiz vasıflarla kolay yoldan gelmediğini apaçık görebilirsiniz. Nasıl azimle çalıştığını, ona bilgi ve dostluk bakımından fayda sağlayacak insan ilişkilerini nasıl edindiğini, seyahatlerini, fikirlerini belki de biraz patavatsızca söyleyişini hayranlıkla okudum. Kitapla ilgili tek sorun paylaşmak istemediği konulardaki tavizi. 40 yıl önce aynı ortamda bulunduğu ve belki bir daha hiç görmediği insanları isim ve soyadla anarken, yeri geldi mi bazı soruları "Aman ne biliyim ben şimdi unuttum!" diye yanıtlayarak geçiştirmiş.
Robert Kolej'in Kızları
Robert Kolej'in değil de aslında Amerikan Kız Koleji'nin hikayesi. Amerikan misyonerler birliği tarafından Türkiye'ye protestanlığı yaymak için gönderilen misyonerlerden Mary Mills Patrick Erzurum'da bir süre yaşadıktan sonra İstanbul'a göreve getiriliyor. Burada o zaman Üsküdar'da bulunun yüksekokulun müdiresi olarak göreve başlayan Patrick daha sonra azimle okulu koleje çevirip Arnavutköy sırtlarında şu an Robert Kolej'in ikâmet ettiği binalara taşıyor. İster Hristiyanlığı yaymak isteyen ve azınlık isyanlarını alevlendiren hainler diyin ister başka bir şey, ortada kadınların birey olamadığı bir dönemde ortaya çıkan umut ışığından bahsediyoruz. Türk, Rum, Ermeni, Bulgar, Rus, İngiliz, Alman ve Arnavut her kültürden ve yöreden kızlar buraya gelip bu ışığın ortağı oluyorlar. Arka planda çöküşüne az kalmış Osmanlı İmparatorluğu'nu da batılı gözünden okuma şansı elde ediyorsunuz. Kitabın Türkçe'si biraz bozuk o yüzden okurken zorluyor.
Türk Promethe'ler
Türkiye Cumhuriyet'i kurulduktan sonra ortaya büyük bir sorun çıkıyor: yeni nesli yetiştirecek nitelikli bireyler. Bu sebeple devlet, Sümerbank ve MTA Türkiye'den Avrupa'ya öğrencileri burslu gönderiyorlar, bu kitap da gidenlerin mektuplarından ve anılarından bir derleme sunuyor. Kültür değişimi, gittikleri okullarda eğitimin ve bilimin sonsuz nimetlerini görünce yaşadıkları şok, memleket özlemleri, ikinci dünya savaşı gibi bir çok alt metin barındırıyor.Ben en çok Sabahattin Eyüboğlu'nun ailesine yazdığı mektupları sevdim. Ayrıca Sabahattin Ali'nin yıllardır çok satanlardan düşmeyen kitabı Kürk Mantolu Madonna'da böyle bir dönemi anlatır. Kitabı, didaktik bir şekilde değil de anılar ve mektuplar üzerinden gittiği için çok beğendim.
Türk Mektupları
Bu kitap da Avusturya elçisi olarak Kanuni döneminde Osmanlı topraklarına gelen Busbecq'in arkadaşına yazdığı mektuplardan oluşuyor. Derin bir merakla edindiği tüm bilgileri, gözlemlerini, yaşadığı olayları bu mektuplara dökmüş. Tabi bizim o zamanlar kitapla, anıyla, tarihle işimiz olmadığından dönemin ayrıntılarına ilişkin mükemmel bir kaynak sunuyor. Özellikle saat konulu anılarına çok güldüm. Dönem filmi gibi bir kitap. İstanbul'u betimlemelerle çok güzel anlatmış. Adamcağızı canlandırıp geri getirsek Istanbul'un şu anki halini görüp düşer bayılırdı.

11 Şubat 2016 Perşembe

while my guitar gently weeps



Bir daha böyle şarkılar, böyle performanslar göremeyecekmişiz gibi sanki. Nasıl güzel bir şarkı Thank you George Harrison!



Bu da şu an daha 21 yaşında olan ikiz kardeşler Mona ve Lisa'nın (evet gerçek isimleri) biraz chillout cover'ı. Kendileri 60'ların müziğine hastalar ve o dönemlerin şarkılarını kendilerince yorumlayıp videolarını koyuyorlar.



Hiç eskimeyecek şarkılardan The Hollies'in Bus Stop'ı.

1 Şubat 2016 Pazartesi

Oscar 2016'ya Koşarken


The Revenant


Ödül sezonu geldi mi film izlemekten uzak kalmak, sohbetlerde dışlanmakla eşit. Bangır bangır her yerde gözümüze sokulan film The Revenant da konumuzun başrolü. Neden? Çünkü Leo bu sene Oscarı alacak. Golden Globe ve SAG ödüllerinden sonra tahtını sağlamlaştırdı. Eğer o zarftan Leo çıkmazsa oylar yeniden sayılsın diye change.org kampanyaları ortaya çıkabilir.  Ki bence bu film değildi Leo'ya Oscar'ı getirecek. Ne filmlerde ne karakterlere büründü şans 19. yüzyıl Amerika'sında kürk avcılarının yerlilerle ve birbirleriyle olan savaşını anlatan The Revenant'a vurdu. Film güzel mi? Çekimler ve görüntü 10 üzerinden 10. Inarritu bunları -25 derecede dağa taşa vurup, soğuk suya sokup üstüne karda süründürmüş bu sebeple hepsinin yüzünde tabiatın zorluklarını görüyorsunuz. Authenticity konusunda eline su dökemeyiz şimdi. Tom Hardy yer yer Leo'dan rol çalmış. Gerçi Leo n'apsın. Bazısı tek okla olay yerinde can verirken Leo'nun başına gelenlere çok şaşıracaksınız. Bu destansılık biraz kafa yoruyor ama Inarritu bir röportajında "I’m much less interested in reality in cinema than I am exploring the way we truly experience life, which is far away from reality."* demiş. Peki.

Açılıştaki plan sekans savaş sahnesi ve pek tabi ayı saldırısı ile bu film hep hatırlanır ama bu kadar. Çok uzun 2.5 saat, senaryoda sürpriz yok, diyalog da pek yok.

The Big Short

Afişe bak çay demle. Böyle yıldızlar karması filmlere ben biraz önyargılıyım. Bu filme de önyargılıydım çünkü Margin Call izledikten sonra 1 hafta filmde olanları anlamak için makale okumuştum. The Big Short Amerika'daki Mortgage sisteminin çöküşünü bol terimli diyaloglarla (doğal olarak) ve aralara serpilmiş  Finance for Dummies açıklamalarıyla ekrana getiriyor. Yine de biraz kavraması zor ama ben beğendim en azından bir şey öğretiyor ve düşündürtüp sorgulatıyor. Steve Carell filmin yıldızı. Rolü cuk oturmuş. Max Greenfield Schmidt karakterini kopyala yapıştır yapmış.

Spotlight
Spotlight kesinlikle cast uyumunun kanlı canlı örneği (biraz abartılmış Rufallo'ya rağmen). Amerika'da katolik kilisesindeki sistemli çocuk tacizlerinin izini sürüp yaşananları ortaya çıkaran Boston Globe gazetesinin Spotlight ekibinin başından geçen olaylar, ne eksik ne fazla sade ama çok iyi oyunculuklarla anlatılıyor. Gerçek bir olay. Hikayesi ve oyunculuğuyla doyurucu bir film.


*http://lwlies.com/articles/alejandro-gonzalez-inarritu-the-revenant-interview/