19 Ekim 2011 Çarşamba

Miles Kane' e nasıl gidemedim ben ya nasıl?

I am Sam

Submarine

Drive
 bu film nasıl bu kadar rate aldı arkadaş anlamıyorum. Sıkıntıdan patlamış olabiliriz izlerken.

Crazy, Stupid, Love
bu arada anlatma fırsatım olmadı ama richard iii harikaydı. muhteşem ötesiydi. Kevin spacey'i ve diğer oyuncuları ayakta alkışladık. tirajikomik eser çok profesyonelce sahnelenmişti. ışıklar müzikler kostümler hepsi birbirinden güzeldi. böyle profesyonel ellerden çıkmış bir oyunu izleme şansına eriştiğim için IKSV'ye teşekkürlerimi sunuyorum. her ne kadar bilet konusunda başta biraz yamuk yapsalar da sonradan durumu kurtardılar allahtan.

Brett Anderson @ SalonIKSV

Brett Anderson
Beni bilenler ya da bu bloga bir şekilde denk gelmiş insanlar suede takıntımdan haberdardır. kendileri yazın istanbul'a geldiklerinde nasıl çılgına bağladığımı şurada belirtmiştim.

geçtiğimiz hafta cumartesi bir yağmurlu ve soğuk istanbul akşamında bu sefer suede'in solisti brett anderson solo albümü black rainbows'la sahnelerimizi şenlendirmeye geldi. Aslında iki gece üstüste çıkıcaktı ve ben iki gece de gitmeyi düşünüyordum ama sonra bütçem sarsılmasın dedim hem belki sıkılırdım falan. (hay kafama...) keşke gitseydim. neyse ben erkenden yola çıktım yağmur var kesin trafik vardır geç kalmıyım diye ama lanet 559c tam vaktinde geldi ve beni yarım saatte taksime attı. yemin ederim dua ettim nolur biraz takılalım trafik olsun vakit kaybedelim diye ama cık. başka zaman olsa bir buçuk saat sürer. neyse o korkunç havada salona vardım. içerisi yabancı insan kaynıyordu her bir yanda farklı bir dil konuşuluyordu yanlış yere mi geldim konsolosluk mu lan neresi burası dedim kendi kendime. tam 9 buçuk'ta kapılar açıldı burda salonun titiz programlamasına bir alkış getiriyorum hemen. tabi ben girdiğim gibi kendimi en önde buldum. yanımda benim boyumdan kısa bir çekik gözlü abla vardı bu da görüş açım engellenmeyecek demekti. zaten sahne hemen önümüzdeydi yani brett bir dokunumluk uzakta olcaktı.

çalınan güzel müziklerle geceye hazırlandım. yanımda bağıra bağıra konuştuğu için anlattığı her şeye dinlemesem de maruz kaldığım iki kişi vardı. Brett'in tarzının kötüleştiğinden, love is dead'i çalmamasından şikayet edip durdu. Aslında gelmeyecekmiş de yok arkadaşları çok ısrar etmiş de vazgeçmiş de kesinlikle yazısında ne kadar kötü olduğundan bahsetcekmiş de... allah için bir sus keyfimizi kaçırma demek çok istedim ama beni de yazısında yazar sonra rezil olurum diye vazgeçtim:p

on buçukta sahnede Brett.

Brett Anderson 2
Unsung
Wheatfields
The Exiles
Actors
Crash About To Happen
Ashes Of Us
This Must Be Where It Ends
The Hunted
Julian's Eyes
Thin Men Dancing
Possession
In The House Of Numbers
The Swans
Brittle Heart


Leave Me Sleeping
A Different Place
Funeral Mantra
sanırım aşağı yukarı bu şarkıları çaldı. Brittle heart'ı iki kere söyledi. sahnede bir tanrı gibiydi. seyirciyle oynadı ama cool tavırlarından asla vazgeçmedi. kaç yaşında adam ama skinny pantalonu ile hala seksi hala çok iyi. zaten gözlerimi kapadığımda sanki 90larda 20 yaşındaymışım da konsere gelmiş gibi hissediyordum. enerjisiyle aldı götürdü. sonra hemen önümüzde oturdu ve insanların ona ulaşmasına izin verdi. ben o sıralar farklı bir boyuttaydım sanırım.
iki gece de gidilebilirmiş bunu anladım. çıkışta ise bekleneni yaptık ve kulis kapısından çıkmasını bekledik. herhalde 1 saat falan beklemişizdir. her ne kadar bir avuç insan olsak da iki arabayı kapıya yanaştırıp doğal bir barikat kurdular. olsun gene de arabaya binişini gördük. ama mesela biletimi imzalatsam bir fotoğraf çektirsem ne kadar amazing olabilirdi her şey.


the haunted şarkısında bayılabilirdim. o nasıl bir she is the haunted diyiştir allahım! keşke back to you'yu da söylese konserlerde ama ben artık söz konusu bu adamlar oldu mu şarkı seçmez duruma gelmişim. gene gelin hep gelin her sene gelin. ruhum doyuyor resmen.

6 Ekim 2011 Perşembe

Evet biliyorum hiç yazmıyorum

Transamerica

four weddings and a funeral

groundhog day

arlington road

I love you Phillip Morris

Cool Hand Luke

Live flesh

Good bye lenin!

Bridget Jones's Diary
Midnight in paris

okul başladığından beri saçma bir telaş içindeyim ve bloga sadece bakıyorum bazen yeni bir kayıt sekmesini açıp boş boş bakmaya devam ediyorum. hangi dersi seçicem napıcam ne edicem sabahları nasıl kalkıcam ay add drop, adviser, consent ödevler ilk haftadan quiz derken kendimi kaybettim gene. bu okulun gözü kör olsun:(  şu an öyle bir programım var ki dünyanın en saçması. sabah 9 dan öğleden sonra 3'e kadar aralıksız dersim var üç gün. her şey fransızca yüzünden oldu aslında ama şimdi kalan 6 dersime baktığımda hepsi o kadar sıkıcı ve bunaltıcı ki fransızcanın bana bir nefes olduğunu farketmeye başladım.

bu cumartesi kevin spacey'i görmeye gideceğimiz için içimde aptal bir heyecan var. ayrıca yarın gece iksv'nin düzenlediği minimore festivali kapsamında miles kane çıkıcak ama gidemeyeceğim sanırım.


midnight in paris'e gelirsek, klasik Woody Allen filmlerinin birazcık fantastik öğelerle harmanlanması sonucunda ortaya harika bir 90 dakika çıkmış. Oyuncular harika! Owen Wilson günümüzün Woody Allen'ı sanki aynı konuşmalar hareketler tarz... her karede planda yüzünüzü gülümsetecek bir şeyler mevcut. Özellikle girişteki 10 dakikalık paris turu bir an önce oralara gitmeniz için sizi teşvik ediyor. Teşekkürler woody sen uzakları yakına getiriyorsun içimizi ısıtıyorsun gerçekten.

Ve blogu bir apple kullanıcısı olarak kapatıyorum. R.I.P Steve Jobs