Hollywood'un içi boş, gösteriş meraklısı hikayelerinden fenalık geçireceğim. Geçen sene kimsenin yerlere göklere sığdıramadığı Birdman, Whiplash gibi filmler benim için ilerde hiçbir sahnesi hatırlanmayan görüntüler klasörüne doğru yollandı. Resmen 2 saati izlerken hiçbir duygu hissedemiyorum.
Yine geçen senenin Oscar yarışında olan bir Arjantin/İspanyol ortak yapımını ise daha ancak izledim ve BA YIL DIM. O kadar doyurdu ki film açlığımı bitince üzüldüm. Gözlerim doldu gerçekten.
Yönetmenliğini Damian Szifron'un yaptığı film enteresan bir kurgu kullanıyor. 6 tane kısa hikayeyi bir arada izliyoruz. Hikayelerin içinde barındırdığı ortak duygu hariç birbiriyle bir bağlantısı yok. O duygu da intikam ve öfke.
Hikayeleri şimdi filmdeki gibi değil de kendi favorime göre sıralayacağım.
kesinlikle ve kesinlikle filmdeki son hikaye olan düğün favorim.
6. Veeee son favorim de "The Proposal". Bu partta geçen hikaye de yine biz Türklere çok tanıdık gelecek. Zaten filmleri izlerken ve duyguları hissederken anlıyorsunuz ki Arjantin'le çok ortak özelliğimiz var ama ne yazık ki bizden böyle akıcı, sürükleyici ve sinemasal kalitesi de yüksek filmler çıkmıyor.
veeeee filmin en güzel şarkılarından. Filmdeki sahnesiz dinlenince nasıl bir etki yapıyor bilmiyorum ama filmden sonra benim günlerce kulağımdan silinmedi. Umarım bu link hiç ölmez: Bobby Womack // Fly me to the moon
Tabi ben bunu izleyince gerizekalı olduğumdan The Secret in Their Eyes filmini de yeni keşfetmiş oldum. Ama üzülmüyorum çünkü yeni izledim her şeyi daha net hatırlıyorum. (züğürt teselisi)
The Secret in Their Eyes
I love Ricardo Darin diye fan page mi açsam napsam. Yine inanılmaz bir
kurgu, evlere şenlik görüntü sahne çekim. En meşhur sahnesi de tek plan
çekilen stadyum sahnesi.
izleyin
edit: Hollywood bu hikayeyi de mahvetmek için harekete geçip Julia Roberts ve Nichole Kidman'lı versiyonunu çekti bu sene. püüü bir filme de el atmayın.
Kitabı daha güzel tabi. Eğer kitabı okumadan filmi izleseydim anlamayacağım şeyler olacaktı ve bir çok güzelliği kaçıracaktım. Matt Damon ne giyse yakışır benim gözümde o yüzden ona yorum yapamayacağım. Filmi 3 boyutlu yapmışlar ama dünya gereksiziydi. Gerçekten 3 boyut olayını inanılmaz bir noktaya taşıyana kadar bizi buna maruz bırakmasınlar.
Me and Earl and The Dying Girl
The Perks of Being a Wallflower gillerden olan inanılmaz boş bir film.
citizenfour
Bu belgesel gerçek bir hikaye üzerinden gerçek zamanlı olayları kaydettiği için çok önemliydi. oscar'ı da kucaklamıştı hatırlarsanız (gerçi who gives a shit ) Edward Snowden isimli arkadaşımız Amerikan gizli servisi için çalışmalar yaparken yetti be bütün Amerika'yı dinliyoruz bu günaha daha fazla dayanamayacağım diyip Hong Kong'a çekip gidiyor, buradan da belgeseli çeken Laura Poitras'a ve gazeteci Glenn Greenwald'a ulaşıyor. Mutlaka izlenip üzerine düşünmeli. Ben bir ara internet security, social media, privacy konularıyla kafayı bozup bunlar üzerine uzun uzun makaleler okumuştum. Onun üstüne iyi gitti.