My Brilliant Friend |
Napoli serisinin ilk üç kitabı Everest Yayınları tarafından Türkçe'ye Eren Yücesan Cendey tarafından çevrilmiş. Ben kitabı öğrendiğimde sadece ilk kitap çevrilmişti bölünmesini istemediğim için İngilizce versiyonlarını okudum ve hepsini bitirdim. Şimdi de iyi ki böyle yapmışım diyorum çünkü meraktan çatlardım. Yazar normalde seriyi tek kitap olarak yayıncının önüne koymuş ve o şekilde basılmasını istemiş ama yayıncı n'apsın. 1000 sayfa kitabı çevirmesi zor, okuması zor, taşıması zor. 4'e bölüp seri haline getirmişler. Ekonomik olarak da daha kazançlıdır eminim.
Peki bu meşhur Napoli serisi ne anlatıyor, olayı nedir?
Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım |
Ferrante bize Lila ve Luna'nın arkadaşlığını İtalya'nın güneyinde Napoli'nin fakir bir mahallesini set kullanarak anlatıyor. 1950'lerde başlayan ve çocukluktan gelen bu arkadaşlığın öyküsü 2000'lere kadar uzanıyor. Bu sebeple kitabın türü bildungsroman olarak geçiyormuş. Ben de yeni öğrendim.
Kitap sadece Lila ve Luna'nın öyküsünü de barındırmıyor. İlk başta gözünüzü korkutacak bir karakter listesi karşılıyor sizi kitabın başında. Bu bana yüzyıllık yalnızlık kitabını hatırlattı. Her karakterin kim olduğu ve ne iş yaptığını tek tek söylüyor yazar. Napolinin işçi sınıfında kimler mi var? Marangozu, bakkalı, ayakkabı tamircisi, amelesi.. Büyük cüssesi ile çocukların ve yetişkinlerin korkulu rüyası Don Achille, karanlık ilişkileriyle Napoli'nin mafyavari ruhunu mahalleye hissettiren Solara ailesi, bu ruha tamamen aykırı, bu yüzden de Lila ve Luna'nın dikkatini hemen çeken şair-kondüktör Donato Sarratore ve daha kimler kimler.
Lila yoksul bir ailenin kızı. Küçüklüğünden itibaren nevi şahsına münasip karakterini hep göstermeyi başarmış, her zaman ailenin sorun yaratan küçük kızı olmuş. Luna onun okul sıralarında arkadaşlarına mürekkebe batırılmış kağıtları nasıl fırlattığını ya da korkusuzca erkeklere taş attığını anlatıyor. Bütün bu yaramazlıklarına ve ailesinin ilgisizliğine rağmen okumayı ve yazmayı kendi kendine öğrenebilecek kadar da zeki. Öyle bir zeka ki bu, kitapları okurken inanamıyorsunuz, şaşırıyorsunuz yok artık diyorsunuz.
Luna ise Lila'nın bu zekasını bazen takdir ediyor ama çoğu zaman kıskanıyor ve imreniyor. O hiçbir zaman tek başına okuduğunu analiz edebilen, çözümleyebilen ve yorumlayabilen biri değil. Hayatı boyunca elde ettiklerini hep çok çalışmasına borçlu. Geceleri uykusuz kalacak kadar okuyor, eksiklerini kapatmaya çalışıyor bir yanı hep Lila'nın zekasına yetişmeye çalışıyor.
The Story of a New Name |
Evet bu arkadaşlığın en temelinde bir rekabet var. Lila ve Lula birbirlerinin eksiklerini görüp arkadaşlığın gerektirdiği şekilde bir yandan bunları kapatmaya çalışırken, bir yandan da kendi üstün yanlarını sivriltmeye daha baskın olmaya çalışıyorlar. Kadınların birbirleriyle olan ilişkilerinin en temiz yansıması bu kitapta: Kıskançlık ve rekabet.
Gelgelelim zaman geçiyor ve "ah şansı olsa profesör olur, cumhurbaşkanı bile olur" dediğimiz Lila okulu bırakmak zorunda kalıyor ama Luna tüm gayretleriyle yeri geldi mi Lila'nın da desteğiyle yoluna devam ediyor. Bu öyle bir sevgi nefret ilişkisi ki Luna, Lila'nın bu haline bir yandan üzülürken, diğer yandan da kendi başarısını gölgelemediği için içten içe mutlu oluyor.
Ne biçim arkadaşlık bu diyorsunuz okurken. Birbirlerinden kopmalarını istiyorsunuz. Özellikle Lila için öyle bir karakter çiziyor ki Ferrante aklınızı alır. Bir kaç sayfa önce nefret ederken, şeytanın kendisi bu derken, bir kaç sayfa sonra onu da anlamaya çalışıyorsunuz. Kitabı tek taraflı bir gözle okumamızın da bunda bir etkisi olabilir, çünkü olaylar Luna'nın ağzından anlatılıyor. Tabi Luna da sütten çıkmış ak kaşık değil. Özellikle ailesine ve kardeşlerine karşı duruşu beni çok rahatsız etti. Kendini kurtarmak için ne kadar uğraştıysa kardeşleri için kılını bile kıpırdatmadı. Ancak onlar da yetişkin olduğunda hayatlarına müdahil olmaya çalıştı ama olan olmuş ölen ölmüş artık. Yeri geldi çocuklarını bile ikinci plana attı ve bunu kendi ağzıyla da kabul etti.
Yeni Soyadının Hikayesi |
Kadın erkek ilişkilerinde ve özellikle aile yapısında İtalya bizden hiç farklı değil. Ataerkil toplum ve düşünce yapısı Napoli'nin her kapısından kendini gösteriyor. Hem Lila'nın hem de Lula'nın önünde güçlü ayakları yere basan bir kadın örneği yok. İkisinin de annesi ev işlerinin peşinde koşturan, babalarının gölgesinde, ekonomik özgürlüğü olmayan kadınlar. Küçük yaşta evlenmek, yeri geldi mi evlilik dışı birlikte yaşamak onlar için alışılagelmiş bir durum. Kadının sesi yok. Luna içten içe bu duruma karşı ve üstesinden gelebilmek için, kendini kabul ettirebilmek için, sesini duyurabilmek için çok çalışıyor. Luna'nın eğitimine devam edebilmesi için elinden geleni ardına koymayan Maestra Oliviero'dan tutun Profesor Galiani'ye, Adele'e, Mariarosa'ya, Nadia'ya hep imrenerek bakıyor aslında. Onların ayakları yere basan karakterlerinin güçlü yönlerini içine çekmeye çalışıyor. Kopya ediyor, kendine özgü bir şekle sokuyor. Hayatına giren bütün erkeklerin entelektüel birikimine hayran kalıyor ama bununla asla yetinmiyor. Onun için önemli olan onlara cevap verebilmek, kendi fikirlerini sunmak ve erkeklerin fikirlerini çürütebilmek. Çok zor bir savaş onunki. Hala da öyle değil mi? Hangi ülkede kadınlar ve erkekler gerçekten eşit haklara sahip?
Those Who Leave and Those Who Stay |
Luna Napoli'den kaçmak için uğraşadursun Lila Napoli'den hiç ayrılmıyor. O, terör ve korku salan Napoli'yi değiştirmek istiyor. Attığı her bir adımın ve aldığı her bir kararın müthiş zekasını kullanarak yaptığını ve kendi çıkarlarına hizmet etmesi için planladığını düşünüyorsunuz. Küçük çirkin sorun yaratan kız büyüdükçe aurasıyla çevresindeki herkesi girdabına alan bir kadına dönüşüyor. Herkes ona imreniyor, nefret edenler bile onun büyüsünden yararlanmak için yanından ayrılmıyor. Lila ise aslında Luna'nın sahip olduğu fırsatları elde edememenin acısını başkalarından ama en çok kendinden ve Luna'dan çıkartıyor. Ona öyle bir ihanet ediyor ki kitabı fırlatıp atasınız geliyor ama bir yandan da tam da Lila'dan beklenen hareket diyorsunuz.
Ferrante'nin kitabın kurgusuna şıp diye oturttuğu İtalya'nın savaş sonrası tarihini de es geçmemeli. İşçi sınıfı, komünizm, faşizm, sınıflar arası çatışmalar, hükümetin ve polisin tavrı, öğrenci hareketleri, sokak ortasında kavgalar, üniversitelerde gösteriler protestolar, fail-i meçhul cinayetler, tutuklamalar, yolsuzluk... Sadece İtalya'da değil dünyada olan gelişmeleri de hiç sırıtmadan kitabın kurgusuna yediriyor. Aynı bir dönem dizisi izler gibi kitabı okuyorsunuz. Sanırım İtalya'da dizi olarak çevrilecekmiş bile. Umarım kaliteli bir yapım olur ben de izlemek çok isterim.
Terk Edenler ve Kalanlar |
Kayıp Kızın Hikayesi |
Eğer modern İtalyan edebiyatı üzerine bir ders veriyor olsaydım mutlaka bu kitabı kullanırdım. İçinde o kadar çok tartışacak konu var ki... Her biri üzerine ayrı post yazılır.
5 yorum:
Ben de aklıma soktuğun için bunu bekledim ama hayır öyle bir şey olmadı. Bir de bir röportaj buldum orda sormuşlar yazara. O da ben ikisi de değilim ama tabi ki hikayeye kendimden bir şeyler koydum demiş.
hahaha olsun ama güzel tespitti :) Kalanları okudugunda yorumlarını bekliyorum:)
Ayyy çıkmış, çıkmış!!
Vermemmm ama akıl fakiri Lenu'ye ne yapsa müstahak artık. Evliliğini bitirip o pis Nino'ya döndüğünde sildim onu defterden:)
O kadar büyük bir keyifle okuduğum bir seri ki etkisinden hala çıkamadım. Yazarın, kimliğini açıklamaması kitaba daha merak dolu yaklaşmama sebep oldu. Okurken kitabı yaşadım adeta. Hatta bloğu bu serinin yorumunu yapmak için açtım.:D Ve evet Lenu yaptı bir aptallık. Nino daha önce iyi biriydi de biz mi farkedemedik?
Dolunay;
Holeey yeni bir fan daha! Nino başından beri aynıydı. Bu aptal kızlar neyine kapıldılarsa...
Yorum Gönder